Darwin’in insanlarla maymunların ortak bir atadan geldikleri tezi,
ortaya ilk atıldığı dönemde de sonraki dönemlerde de bilimsel bulgularla
desteklenemedi. O zamandan bu yana, yaklaşık 150 yıldır, insanın evrimi
masalını desteklemek için gösterilen bütün gayretler boş çıktı. Elde
edilen fosiller, maymunların hep maymun, insanların da hep insan olarak
var olduklarını, maymunların insanlara dönüşmediklerini ve maymunla
insanın ortak bir ataya sahip olmadıklarını ispatladı.

80 milyon yıllık bu kaplan kafatası fosili, kaplanların 80 milyon yıl
önce de hep aynı olduğunu, günümüze kadar hiç değişmediğini
göstermektedir. |
Darwinistlerin yoğun propagandalarına ve akademik çevrelerdeki
sindirme girişimlerine rağmen, pek çok bilim adamı da bu gerçeği dile
getirdi. Bunlardan biri Harvard Üniversitesi paleoantropologlarından
David Pilbeam’dir. Pilbeam, insanın sözde evriminin bilimsel verilere
dayanmayan bir iddia olduğunu şu şekilde ifade eder:
Farklı bir bilim dalından, zeki bir bilim adamını
getirseniz ve ona elimizdeki yetersiz delilleri gösterseniz, kesinlikle
“Bu konuyu unutun, devam etmek için yeterli delil yok” diyecektir.3
Paleoantropoloji üzerine hazırlanmış olan The Bone Peddlers adlı
kitabın yazarı olan William Fix ise, insanın sözde evriminin bulgularla
desteklenmediğini şöyle dile getirir:
İnsanın kökeni hakkında hiçbir şüphe duymamamız
gerektiğini söyleyen hala sayısız bilim adamı vardır, ancak tek
eksiklikleri bir delillerinin olmamasıdır…4
Fosil kayıtlarının kendilerini hayal kırıklığına uğratması ve içinde
bulundukları delilsizlik karşısında, evrimcilerin yaptıkları tek şey,
hiçbir gerçekliği olmayan kafataslarını tekrar tekrar sıralamak,
sahteliği çoktan belgelenmiş fosiller üzerinde spekülasyonlar yapmak
oldu.
Oysa gerek maymunların, gerek diğer canlıların, gerekse geçmişte
yaşamış farklı ırklara ait insanların kafatasları üzerinde yapılan
incelemeler, bu canlıların sahip oldukları tüm özelliklerle var
olduklarını ve tarih boyunca hiç değişikliğe uğramadıklarını
göstermiştir. Bunun anlamı, canlıların evrim geçirmedikleri, hepsini
Yüce Allah’ın yarattığıdır. İlerleyen sayfalarda yer alan örneklerde de
görüleceği gibi, kurbağa, kertenkele, yusufçuk, sinek, hamam böceği gibi
pek çok canlının, vücutlarının diğer uzuv ve organlarında olduğu gibi,
baş bölgelerinde de hiçbir değişiklik olmamıştır. Kuşların ve balıkların
baş yapıları da değişmemiştir. Kaplan, kurt, tilki, gergedan, panda,
aslan, leopar, sırtlan gibi sayısız hayvanın yaratıldıkları ilk andan
beri on milyonlarca yıl boyunca kafatasları aynıdır. Bu aynılık,
canlıların evrimi iddiasını yalanlamaktadır.

1) Tarih boyunca çok farklı maymun türleri yaşamış ve bunların büyük
çoğunluğunun soyu tükenmiştir. Darwinistler, bu soyu tükenmiş maymun
kafataslarını çeşitli spekülasyonlar için kullanmaktadır.
2) Homo erectus kafataslarında bulunan büyük kaş çıkıntıları, geriye
doğru eğimli alın yapısı gibi özellikler, günümüzde yaşayan bazı
ırklarda da görülür. Sağda ortada, Malezya yerlisinde olduğu gibi.
3) Bir Aborjin soyu, bir başka soy ile karışmadığı sürece daima aynı
özelliklerde kalacaktır. Ne kadar zaman geçerse geçsin, bu insanlar daha
farklı özelliklere sahip olacak şekilde evrimleşmeyecek, kafatası
hacimleri şu an olduğundan daha fazla büyümeyecek, farklı anatomik
özelliklere sahip olmayacaklardır. |
Tüm bu canlı türleri için geçerli olan değişmezlik, insan için de
geçerlidir. Nasıl ki on binlerce canlı türünün, milyonlarca yıl boyunca
kafatası yapılarında bir değişiklik olmamışsa, insanların da
kafataslarında evrimsel bir değişiklik olmamıştır. Balıkların hep balık,
kuşların hep kuş, sürüngenlerin hep sürüngen olması gibi insanlar da
hep insan olarak var olmuştur. Hiçbir canlının hiçbir organ ve
yapısında, evrimcilerin iddia ettiği gibi “ilkelden gelişmişe doğru
ilerleme” diye bir şey söz konusu değildir.
Evrimciler, insanın sözde evrimi hikayesini anlatırken, buldukları
kafataslarının hacmini, kaş çıkıntılarını veya alın yapılarını öne
sürerek, kendilerince evrimsel bir sıralama ve soy ağacı oluştururlar.
Halbuki evrimcilerin ortaya koydukları kafataslarındaki yapısal
farklılıklar evrime delil değildir. Çünkü bu kafataslarının bir kısmı
soyu tükenmiş maymunlara, bir kısmı da geçmişte yaşamış farklı insan
ırklarına aittir. Farklı insan ırklarının farklı kafatası yapılarına
sahip olmaları ise son derece doğaldır. Farklı balık türlerinin de
farklı kafa şekilleri vardır. Örneğin, bir alabalığın kafa şekli bir
yılan balığının kafa şekline benzemez. Ancak her ikisi de balıktır. Aynı
şekilde, farklı insan ırklarının da kafatası yapıları arasında
farklılıklar olabilir. Pigmelerle İngilizlerin, Ruslarla Çinlilerin,
Aborjinlerle Eskimoların, zencilerle Japonların alın yapılarında, göz
çukurlarında, kaş çıkıntılarında, kafatası hacimlerinde doğal olarak
farklılıklar olacaktır. Ama bu farklılıklar, bir ırkın diğerinden
türediği ya da bir ırkın diğerinden daha ilkel veya daha gelişmiş olduğu
anlamına gelmez.
 |
GEÇMİŞTE YAŞAMIŞ FARKLI İNSAN IRKLARI EVRİMİN DELİLİ DEĞİLDİR
Neandertaller (Homo neanderthalensis) bundan 100 bin yıl önce
Avrupa’da aniden ortaya çıkmış ve yaklaşık 35 bin yıl önce de yok olmuş
ya da diğer ırklarla karışarak asimile olmuş insanlardır. Günümüz
insanından tek farkları, iskeletlerinin biraz daha güçlü ve kafatası
ortalamalarının biraz daha yüksek olmasıdır. Bilimsel bulgular,
Neandertallerin zeka ve kültür düzeyi yönünden bizlerden farkı olmayan
bir insan ırkı olduğunu göstermektedir.
Cro-magnon insanı ise, 30.000 yıl önceye kadar yaşadığı tahmin edilen
bir ırktır. Kubbe şeklinde bir kafatasına, geniş bir alına sahiptir.
1600 cc’lik kafatası hacmi, günümüz insanının ortalamasından fazladır.
Kafatasında kalın kaş çıkıntıları vardır ve arka kısımda, Neandertal
Adamı’nın karakteristik özelliği olan kemiksi çıkıntı bulunmaktadır.
Neandertaller ve Cro-Magnon’da görülen fiziksel farklılıklar,
günümüzdeki insan ırkları arasında da görülmektedir. Nasıl ki, bir
Amerikalıyla Eskimo’nun ya da bir Afrikalıyla Avrupalı’nın yapısal
farklılıkları, bu ırkların birinin diğerinden daha ilkel ya da ileri
olduğunu göstermezse, geçmiş ırkların fiziksel özellikleri de onları
daha geri ya da maymunumsu yapmaz. Bu ırklar, diğer ırklarla karışıp
asimile olarak ya da bilinmeyen bir şekilde tükenerek tarih sahnesinden
çekilmiştir. Ama hiçbir şekilde “ilkel” veya “yarı maymun” değildirler,
tam bir insandırlar. |
Örneğin, evrimcilerin sözde ilkel kabul ettikleri Homo Erectus
kafataslarının sahip olduğu büyük kaş çıkıntılarına ve geriye doğru
eğimli alın yapısına, günümüzde yaşayan bazı Malezya yerlileri de
sahiptir. Eğer evrimcilerin iddiaları doğru olsaydı, söz konusu Malezya
yerlilerinin de sözde “maymunluktan yeni çıkmış, tam gelişmemiş insan”
yapısında ve görünümünde olmaları gerekirdi. Oysa böyle bir şey söz
konusu değildir. Homo Erectus’un kafatasının anatomik özelliklerinin
günümüzde de görülmesi, hem Homo Erectus’un ilkel bir tür olmadığını hem
de evrimcilerin “insanın soy ağacı” senaryosunun yalan olduğunu
gösterir.
 |
Kısaca, geçmişte yaşamış olan bazı insan ırklarının günümüzde yaşayan
insanlardan farklı anatomik yapıya sahip olmaları hiçbir şekilde evrime
delil olamaz. Anatomik farklılık tarihin her döneminde, farklı her
insan ırkı arasında görülebilir. Amerikalılarla Japonların,
Avrupalılarla Aborjinlerin, Eskimolarla Zencilerin veya pigmelerin
kafatasları aynı değildir. Ama bu durum, söz konusu ırkların birinin
diğerinden daha gelişmiş veya daha geri olduğunu göstermez.
Bundan binlerce yıl sonra, 2000′li yıllarda yaşamış 1.90 boylarında
iri yapılı bir Amerikalının kafatasını bulan geleceğin bilim adamları,
bu kafatasını, yine 2000′li yıllarda yaşamış 1.60 boylarında bir
Japon’un kafatasıyla karşılaştırsalar, başta büyüklük olmak üzere pek
çok farklılık göreceklerdir. Bu farklılıklara dayanarak, Japonların
ilkel bir insanımsı olduğunu, Amerikalıların ise hayali evrim
basamağında daha ileri bir canlı olduğunu öne sürseler, elbette doğruyu
yansıtmayan bir yorumda bulunacaklardır.
Üstelik kafatası boyutu bir insanın zekasının veya kabiliyetlerinin
ölçüsü de değildir. Beden yapısı gelişmiş, ama zekası yeterince
gelişmemiş pek çok insan vardır. Aynı şekilde, bedeni ve dolayısıyla
kafatası diğer insanlara göre daha küçük olan, ancak çok zeki birçok
insan bulunmaktadır. Bu insanların kafataslarının, gelecekteki bazı
bilim adamları tarafından, sadece boyutlarına dayanılarak sözde evrimsel
sıralamaya sokulmasının elbette bilimsel bir değeri olmayacaktır. Çünkü
bu sıralama gerçekleri yansıtmayacaktır. Kafatası hacmi farklılığının,
zeka ve beceri yönünden hiçbir fark oluşturmadığı bilinen bir gerçektir.
Hayatı boyunca yoğun zihinsel faaliyetlerde bulunan bir insanın
kafatası büyümez, zekası güçlenir. Zeka, beynin hacmine göre değil,
beynin kendi içindeki organizasyonuna göre değişir.
5
Kitabın ilerleyen sayfalarında, evrim teorisini geçersiz kılan
sayısız kafatası fosilinden birkaç örneğe yer verilmiştir. Bu
kafatasları, tarih boyunca hiçbir canlının değişmediğinin, bir başka
canlıya dönüşmediğinin, her canlı türünün hep sahip olduğu özelliklerle
birlikte var olduğunun delillerindendir. Bu delillerle birlikte,
Darwinist düşüncenin açmazlarını ve mantıksızlıklarını vurgulayan
açıklamalara da yer verilmektedir. Örneğin, canlıların sürekli değişerek
ilerlediği iddiasındaki Darwinistlere, tüm canlı türlerinde açıkça
görülen değişmezliği nasıl açıkladıkları sorulmaktadır. İnsanın sözde
maymundan türediğini öne süren evrim teorisinin, maymunların yaşadığı
hayali insana dönüşüm sürecinin bir benzerini, neden diğer canlıların
yaşamadığını açıklaması gerekir. Neden bir ayının da günün birinde iki
ayağı üzerinde yürümeye karar vermediği, bir tilkinin neden zekasını
geliştirip bir profesöre dönüşmediği, bir pandanın neden etkileyici
eserler yapan bir sanatçı olmadığı sorusuna evrimcilerin verebileceği
bir cevap yoktur. Konunun, bu şekilde çocukların dahi anlayabileceği
örnekler ve mantık yürütmeler kullanılarak anlatılmasının sebebi ise,
Darwinizm’in akıl almaz mantıksızlıklarının ifşa edilmesidir. Bilimsel
bir teori gibi sunulan Darwinizm, aslında, inanılmaz derecede mantıksız
bir ideolojidir.
Dünya tarihinin en büyük skandalı olan Darwinizm’in, yalanlar,
sahtekarlıklar akıl ve mantık dışı iddialar üzerine kurulu olduğu tam
anlamıyla ortaya çıkmıştır. 21. yüzyılda tüm dünya Darwinizm’in çöküşüne
tanıklık edecektir.
|
İNSANIN EVRİMİ MASALI SAHTEKARLIKLARLA DOLUDUR
Tarih boyunca 6000′den fazla maymun türü yaşamıştır. Bunların çok
büyük bir bölümü, nesli tükenerek ortadan kaybolmuştur. Bugün yalnızca
120 kadar maymun türü yeryüzünde yaşamaktadır. İşte, bu 6000 civarındaki
nesli tükenmiş maymun türünün fosilleri, evrimciler için çok zengin bir
aldatmaca malzemesinin kaynağını oluşturur. Hiçbir zaman somut bilimsel
delil ortaya koyamayan evrimciler, ‘nesli tükenmiş maymunlara ait’
fosilleri, ön yargılı yorumlarla süsleyerek, evrim lehine birer delilmiş
gibi sık sık gündeme getirirler. Yıllardır bu yöntemlerle evrime
taraftar toplamaya ve kamuoyunu aldatmaya çalışmaktadırlar. Ancak artık
bu yöntemin fayda vermediğini görmeleri gerekir. Evrimcilerin insanın
evrimi masalını kendilerince inandırıcı kılabilmek için ortaya attıkları
sahte deliller ve bunların çöküşü aşağıda özetlenmiştir. Ancak şunu da
belirtmek gerekir ki, burada sadece birkaç örneğine yer verdiğimiz
evrimci sahtekarlıkların sayısı çok daha fazladır. Medyada yer alan tüm
“insanın atası” haberleri ve bu haberlerde kullanılan resimler
uydurmadır. Somut bilimsel bulgular, insanın aşama aşama gelişerek insan
olduğu hikayesini yerle bir etmiştir.
 |
Piltdown Adamı: 1912′de bulunan ve yarı maymun yarı
insan bir canlıya ait olduğu öne sürülen bir kafatası fosilidir.
Evrimciler yaklaşık 40 yıl boyunca bu fosili en önemli sözde delil
olarak kullanmışlar, hakkında sayısız yorum ve resimler yapmışlardır. 21
Kasım 1953 günü yapılan bir açıklama ile Piltdown kafatasının bir
sahtekarlık ürünü olduğu dünyaya ilan edilmiştir. 40 sene sonra
uygulanan tarihlendirme testinde, çene ile kafatasının yaşlarının
birbirlerinden çok farklı olduğu ortaya çıkmış, ardından yapılan daha
ayrıntılı incelemelerde Piltdown Adamı’nın, bir insan kafatasına
orangutan çenesinin eğelenerek monte edilmesi ve potasyum dikromatla
eskitilmesi ile üretildiği anlaşılmıştır. Londra’daki Doğa Tarihi
Müzesi’nde 40 yıl boyunca sergilenmesine rağmen fosil üzerinde bu süre
boyunca hiçbir bilimsel çalışma yapılmasına izin verilmemiş olması
önemli bir skandal olarak tarihe geçmiştir. |
 |
Java Adamı ve Pekin Adamı: 1891 ve 1892 yıllarında Java
Adası’nda bulunan fosiller Java Adamı (Pithecanthropus erectus) olarak;
1923-1927 yılları arasında Pekin yakınlarında bulunan fosiller ise Pekin
Adamı (Sinanthropus pekinensis) olarak isimlendirilmiştir. Ancak her
ikisinin de normal insanlara ait olduğu 1939 yılında Ralph Von
Koenigswald ve Franz Weidenrich isimli uzmanlarca ortaya konulmuştur.(1)
1944 yılında ise, Harvard Üniversitesi’nden Ernst Mayr, her ikisini de
insan olarak sınıflandırmıştır.(2) |
 |
Zinjanthropus: 1959 yılında bulunan fosil, insanın atası
olarak ilan edilmiştir. Ancak ayrıntılı incelemeler sonucu
Zinjanthropus’un her yönüyle sıradan bir maymun olduğu ortaya çıkmıştır.
İki defa isim değişikliğine uğrayan Zinjanthropus, günümüz evrimcileri
tarafından insanla hiçbir ilgisi bulunmayan, soyu tükenmiş bir canlı
olarak kabul görmektedir.(3)
Zinjanthropus adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı olan
bu üç çizim, fosillerin evrimciler tarafından nasıl hayali biçimde
yorumlandığının önemli örneklerindendir. |
 |
Nebraska Adamı: 1922 yılında Amerikan Doğa Tarihi
Müzesi’nden Henry F. Osborn tarafından bulunan tek dişin insanla maymun
arası bir canlıya ait olduğu öne sürülmüştür. Ancak Osborn’un çalışma
arkadaşı William Gregory, 1927 yılında Science dergisinde yayınladığı
bir makaleyle bulunan dişin gerçekte bir yaban domuzuna ait olduğunu
açıklamış ve fosille ilgili evrimci iddia sessizce ortadan kalkmıştır.
Yandaki çizim, tek bir dişten yola çıkılarak evrimcilerce hazırlanmış,
zamanın basın organlarında yayınlanmıştır. Sadece bir tek dişten, bir
canlının tasvir edilmeye kalkışılması, evrimcilerin teorilerini savunmak
ve kabul ettirmek için ne denli taraflı ve yanıltıcı olabildiklerinin
çarpıcı bir örneğidir. |
 |
Neandertal
Adamı: Evrimciler, ilk örnekleri 1856 yılında Almanya’nın Neander
Vadisi’nde ele geçirilen Neandertal Adamı’nın ilkel bir maymun adama ait
olduğunu öne sürmüşlerdir. Ancak sonradan yapılan arkeolojik bulgular,
bu iddianın hiçbir bilimsel dayanağı olmadığını ortaya koymuştur.
Neandertal uzmanı ve evrimci Erik Trinkhaus’un da itiraf ettiği gibi,
“Neandertallerin anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka
seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insanlardan
aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur”.(4) Ayrıca Neandertal Adamı’nın
kafatası hacminin, günümüz insanından 200 cc daha büyük olması,
insan-maymun arası bir varlık olduğu iddiasının geçersizliğini ortaya
koymaktadır. |
 |
 |
Taung Çocuğu: Raymond Dart tarafından Güney Afrika’da
1924 yılında ele geçirilen bir kafatası fosili, ilk başlarda insanın
atası olarak öne sürülmüştür. Ancak, bugün evrimciler bu fosili insanın
atası olarak savunamamaktadırlar. Çünkü fosilin genç bir gorile ait
olduğu anlaşılmıştır. Ünlü anatomist Bernard Wood da, New Scientist
dergisinde yayınlanan bir makalesinde bu fosilin evrim iddiasına destek
olamayacağını açıklamıştır.(5) |
 |
Lucy: 1974 yılında Afrika’da ele geçirilen bu fosil,
evrimcilerin en çok itibar ettikleri, hakkında en fazla spekülasyon
yapılan fosil özelliği taşımaktadır. Ancak günümüzde Lucy’nin (A.
Aferensis) ağaçlarda yaşamaya uyumlu bir anatomiye sahip olduğu ve
bildiğimiz maymunlardan farklı olmadığı ortaya komuştur.(6) Fransız
bilim dergisi Science et Vie, 1999 yılında kapağında “Elveda Lucy”
başlığını kullanmıştır. 2000 yılında gerçekleştirilen bir çalışmada,
Lucy’nin ön kol kemiklerinde, günümüz şempanzeleri gibi parmak boğumu
üzerinde yürümeyi mümkün kılan kilit sistemi bulunmuştur.(7) Tüm bu
bulgular karşısında birçok evrimci uzman, Lucy’nin insanın atası
olamayacağını açıklamışlardır.(8) |
 |
Ramapithecus: 1930′lu yıllarda, G.E. Lewis tarafından
Hindistan’da bulunan, iki parçadan oluşmuş eksik bir çene kemiğidir.
İlginçtir ki, evrimciler, 14 milyon yaşında olduğunu ileri sürdükleri bu
çene kemiği parçalarından yola çıkarak Ramapithecus’un ailesini ve
yaşadığı hayali ortamı (yanda) çizebilme becerisini (!) göstermişlerdir.
50 sene boyunca insanın atası olduğu savunulan fosil, 1981 yılında
babun kemikleriyle yapılan bir anatomik karşılaştırma sonucunda ortaya
çıkan gerçekle evrimcilerce rafa kaldırılmak zorunda kalmıştır.(9) |
1) B. Theunissien, Eugene Dubois and the Ape-Man from Java, Kluwer Academic Publishers, 1989, s. 39
(2) Garniss Curtis, Carl Swisher and Roger Lewin, “Java Man”, Abacus, London, 2000, s. 87
(3) http://www.archaeologyinfo.com/australopithecusboisei.htm
(4) Erik Trinkaus, “Hard Times Among the Neanderthals”, Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10.
(5) Bernard Wood, “Who Are We” New Scientist, 26.10.2002, s.44.
(6) Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger
Publications, 1970, s. 75-94; Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld,
“Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of
Human Bipedal Locomotion”, Nature, cilt 369, 23 Haziran 1994, s.
645-648.
(7) Richmond, B.G. and Strait, D.S., Evidence that humans evolved from a knuckle-walking ancestor, Nature 404(6776):382, 2000
(8) “Discovery rocks human-origin theories”, Tim Friend, 21 March 2003:
http://www.usatoday.com/news/ science/2001-03-21-skull.htm
(9) Science Digest, Nisan 1981 |
YERYÜZÜNDE MİLYONLARCA OLMASI GEREKEN, ANORMAL YAPILARA SAHİP ARA GEÇİŞ FOSİLLERİNDEN TEK BİR TANE YOKTUR
Eğer evrim iddiası gerçekleşmiş olsaydı, yeryüzü milyarlarca ara
canlıya ait fosil ile dolu olmalıydı. Üstelik sayısı milyonları bulan bu
canlıların mutasyonların etkileri nedeniyle son derece anormal
varlıklar olmaları gerekirdi. Defalarca mutasyona maruz kalmş organları,
her seferinde anormal bir halden başka bir anormal hale dönüşmeliydi.
Bugünkü en mükemmel ve estetik görünümlü canlılar oluşmadan önce, bu
canlıların anormal organları ve estetik dışı görünümleri olmalıydı.
Örneğin iki kulak, iki göz, burun ve ağızdan oluşan son derece simetrik
insan yüzü meydana gelmeden önce, simetrisi bozuk olacak şekilde çok
sayıda kulağı ve gözü olan, burnu iki gözü arasında veya çenesinde yer
alan, gözlerinin bir kısmı kafasının arkasında veya yanaklarının
üzerinde bulunan, burnu kulağının yerinde bulunup boynuna kadar uzayan
ve bu şekilde milyonlarca hatta milyarlarca farklı şekilde
örneklendirebileceğimiz anormal yüzler oluşmalıydı.

Darwinistlerin iddiaları doğru olsaydı fosil kayıtlarında resimlerde
görüldüğü gibi çok sayıda göz çukuru bulunan, farklı yerlerde burunları
olan, hem önde hem arkada çeneye sahip, kafatası anormal şekilde
gelişmiş vs. pek çok garip canlının izlerine rastlanması gerekirdi.
Ancak 150 yıldır yapılan çalışmalar neticesinde hiç böyle bir fosile
rastlanmamıştır. Tam tersine elde edilen bütün fosiller, tüm canlıların
var oldukları ilk andan itibaren kusursuz ve eksiksiz olduklarını ve var
oldukları müddetçe de hiç değişmediklerini göstermektedir.
|
ATIN EVRİMİ SENARYOSUNUN GEÇERSİZLİĞİ
Elde edilen tüm at kafatası fosilleri, tıpkı günümüzdeki atların
kafatası gibi kusursuz ve eksiksizdir. Hiçbirinin yarı oluşmuş
organları, dişleri kafatasının tepe kısmında, gözleri çenesinde, burnu
üç delikli gibi patolojik görünümü yoktur. Eğer evrimcilerin iddia
ettikleri gibi, atlar sürekli değişerek ve çok sayıda farklı aşamadan
geçerek bugün hallerini almışlarsa, resimde görüldüğü gibi pek çok
yapısal bozukluğa sahip kafatası fosilinin bulunması gerekirdi. Atların
sözde uğradıkları mutasyonların izlerinin fosil kayıtlarında görülmesi
gerekirdi. Ancak fosil kayıtlarında böyle bir iz hiçbir şekilde
bulunmamaktadır. Fosiller, atların evrim geçirmediğinin ispatıdır.

Atlar kendi içlerinde geniş bir varyasyon kapasitesine sahiptirler ve
nitekim bugün, yapı ve boyut açısından son derece farklı at cinsleri
yaşamaktadır. Sözde atın evrimi serileri oluşturan evrimcilerin
yanılgısı, bu farklı cinslerin fosillerini kendilerince evrimsel bir
sıralama gibi göstermeye çalışmak olmuştur.
Günümüzde farklı coğrafyalarda yaşayan çok sayıda farklı at türleri bulunmaktadır.
|
Bugün pek çok evrimci, atın evrimi senaryosunun geçersizliğini açıkça
kabul etmektedir. Kasım 1980′de Chicago Doğa Tarihi Müzesi’nde 150
evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin
sorunlarının ele alındığı bir toplantıda söz alan evrimci Boyce
Rensberger, atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı
olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç
yaşanmadığını şöyle anlatmıştır:
“Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki
büyüklüğündeki canlılardan, bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir
dizi kademeli değişim olduğunu öne süren ünlü atın evrimi örneğinin
geçersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine,
her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden
kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir.” (Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5 Kasım 1980) Bölüm 4, s. 15)
3- Richard E. Leakey, The Making of Mankind, Michael Joseph Limited, London, 1981, s. 43
4- William R Fix,. The Bone Peddlers, Macmillan Publishing Company: New York, 1984, s. 150-153
5- Marvin Lubenow, Bones of Contention, Grand Rapids, Baker, 1992, s. 136